Dünyaya nasıl katılmak istediği konusunda çelişkilerle mücadele eden biri olarak bu yazının tam olarak böyle günlerde yazılması ve okunması gerektiğini düşünenlerdenim. Spor da tıpkı hukuk, tarih, mimari, sinema vb. gibi bugünkü hayatın bir parçası ve dertlerimizi paylaşmanın bir başka aracı. Bu koşullar altında spora sadece spor olarak bakmak da mümkün değil, halihazırda dert dolu günlük hayattan bir kaçış olarak kullanmamak da. Ne de olsa kaçış grubu pelotondan tamamıyla bir kaçışı değil -sanırım- önden gitmeyi, tempo belirlemeyi hedefler ve yarışın tonunu belirler. Bisiklet belki de bugünü ve bugünün sporunu anlayabilmek için seyredilebilecek en güzel spor olabilir. İyi bir bisiklet izleyicisi olamasam da Eurosport ve Socrates -yani sizlerin- aracılığıyla yıllardır bunu seziyorum. Manzaralar ve muhabbetler eşliğinde düşünerek pedal çevirenleri seyre dalmamıza vesile oluyorsunuz. Bu gibi anlarda ara sıra üzerine düşündüğüm şeylerden biri de Türkiye turu ile benzer bir ilişki kurup kuramayacağımız oluyor. Bununla ilişkili olarak yazıdaki Julian Barnes alıntısı o kadar güzel bir yere oturuyor ki bir şeyler yazmak, en azından teşekkür etmek istedim. İyi ki varsınız. Kendi kamusal temsilcilerimizin hınç dolu duygular uyandırmadığı bir zamanda yaşayabilmek, hiç olmazsa buna vesile olabilecek ufak tefek bir şeyler yapabilmek dileğiyle.
Julian Barnes alıntısını tesadüfen keşfettim ben de, değerli arkadaşım Ali Çolak okuyordu Bir Çift Söz'ü, ben de o söyleyince kitapta bir Tour de France yazısı olduğunu hatırladım. Barnes'ın Tour de France yazısına bakarken diğer denemelere sektim, Flaubert üzerine yazdıklarını okudum, akabinde önsöze göz gezdirdim, o bahsi geçen alıntıyı buldum. Aslında son âna kadar yazıda o alıntıyı kullanmamıştım lakin düşününce bu yazıyı kaleme alırken hissettiğim duyguların pek çoğunun o alıntıda olduğunu anladım.
Güzel sözleriniz için size ne kadar teşekkür etsem az. Spor yazarlığının en sevdiğim yönü de bir yandan bu. Daha doğrusu, en anlamlı bulduğum yanı. Dünyayla kurduğum ilişkiyi en doğal, en içten şekilde aktarabildiğim yer yazılar. Bilhassa da bisiklet yazıları. Geri dönüp bugüne kadar yazdığım yarış seyahatnamelerime, günlüklerime bakınca da hep bunu görüyorum, o yarışları yazarken aslında "Ben neredeyim, ne yapıyorum, ne düşünüyorum?" sorularına da cevap aramışım. Dolayısıyla yazmak, kayda geçirmek, kendi kişisel tarihimi, hafızamı, gözümü, kulağımı aktarmak gibi geliyor bana. Böyle güzel okuyucular bulunca da ayrı duygulanıyorum ve teşekkür ediyorum.
"bütün bunların anlamı var mı?". tam da böyle zamanlarda daha da anlamı var. karanlığın, sıkışmışlığın, umutsuzluğun ortasında benzer duygulara eşlik etmek, o anlatılmayan mahallere geri dönmek, hem hatırlamak ve özlemek hem de biraz nefes almak. the holdovers filminde ana karakter hunham "kendini ya da bugünü anlamak istiyorsan geçmişten başlaman gerekiyor. tarih sadece geçmişin incelemesi değil, bugün bir açıklamasıdır" der. işte sizin pendik'inizi, fransa bisiklet turu anılarınızı okurken bir başkası kendi bahçelievleri'ne gidiyor, kendi çocukluğunun köşe başlarını arıyor. farklı hikayelerde tanıdık duygularla buluşmak tabii ki her şeye rağmen iyi geliyor, umut veriyor. kaleminize sağlık.
Çok teşekkür ederim güzel yorumunuz için. Aynı hislerle karar verdim ben de. Hatta sabah tekrar Annie Ernaux'nun Seneler'ine göz attım, altını çizdiğim sayfalara baktım, o da ilham verdi. Geçmiş hiç bitmeyen bir hikâye. Kazıdıkça yeni şeyler buluyor insan. Edouard Louis'i okumak, Ernaux'ya yeniden dönmek o açıdan da kapı açtı bana.
Sevgili İnan, yazdıklarını hep hissederek okuyorum. Yüreklerarasılık diye bir şey olmalı.
Her yazardan, her yazandan, her konuşandan aynı keyif alınmıyor. Bugün 56 ncı yaşımın ilk günü ve birazdan 23 yaşının ortalarına yaklaşan kızımla Adana Sofrasında buluşup kebap, rakı takılacağız. İsterdim ki senden çok olsun ve gelecekle ilgili bir kaygı duymayayım. Ama yine de senin ve senin gibilerin varlığı umut veriyor.
Çok teşekkür ederim Hakan Bey, sizin gibi okurlarla bağ kurabildiğim için başka bir şevkle masaya oturuyorum ben de, eksik olmayın. Doğum gününüzü en içten duygularla kutluyorum, ailenizle, kızınızla birlikte gelecek kaygısını daha az hissedeceğiniz, hepimizin rahatça daha fazla bisiklet, roman, şiir konuşabileceği günlere kadeh kaldırıyorum.
Türkiye'de her sabah uyanırken, "Bugün ne kötü haber alacağım" diye yataktan kalkıyoruz. Her günüm öfke ve ondan daha da fazla acıyla geçiyor. İçimizdeki yarayı sanat ve spor her zaman iyileştiriyor. Nasıl yapıyor bilmiyorum. Benim için karanlık bir pazar sabahını aydınlattı ve umut aşıladı... Selam ve dayanışmayla...
Çok teşekkürler Gürkan, maalesef hikâyemiz bu oldu. Başka bir Türkiye'ye uyanacağız bir gün, o zaman yine yazmaya devam edeceğiz, daha fazla gülerek ve keyif alarak.
Kalemine sağlık İnan abi,her zaman olduğu gibi harika bir yazı.Bahsettiğiniz her şeyi öyle güzel bir dille aktarıyorsunuz ki,spor,sinema,yaşadıklarımız...Senin sevdiğin bir şeyi bende izlemeden duramıyorum.Bu ay ilk defa bisiklet turunu sıkı bir şekilde takip edeceğim.
Bir de Oasis yazınıza benimde Linkin Park için benzer duygular hissettiğimi yazmıştım.Geçen hafta Wembley'de izleme şansına eriştim.O bahsettiğiniz lisenin dönüşü hissini her saniye hissettim ve gerçekten inanılmaz bir duyguydu.Hazır Oasis turu da başlamışken,tekrar iyi eğlenceler dilemek istedim.Umarım hayalinizden bile daha keyifli geçer.
Belki kulağa saçma gelecek ama sizin sesinize,yazılarınıza yıllardır büyük bir sevgi,saygı besliyorum.Her gün Linkin park dinlediğim lise günlerime sizin sesiniz ve Socrates dergi çok büyük renk kattı.Spora ve hayata bakışımı değiştirdiniz.O yüzden bu konuda size birkaç mesaj yazabilmek daha da mutluluk verdi :) Tüm emekleriniz için teşekkürler.Daima mutlu olmanız dileğiyle.
Oasis yazımı yazarken kafamdaki düşünce tam da bahsettiğin şeydi. Oasis'le ilgisi olmayan, hiç Oasis'i sevmeyen birinin başka bir grupla, eserle, sanatçıyla kurduğu bağı da yazımda hissedebilmesini istedim. Sen bunu Linkin Park'la yaşamışsın, ne mutlu. Çok mutlu ettin mesajınla, son paragrafta yazdıklarınla.
Ben de şimdiden çok heyecanlıyım. Konserin kendisi kadar, şehrin Oasis'e bulanan hali, Manchester'ın sokakları, yağmurları, plak dükkanları, kitapçıları heyecanlandırıyor beni. Dilerim bir aksilik olmadan giderim. Konser biter bitmez de yazmaya başlayacağım.
Yaklaşık 8 yıldır yazılarınızı, anlatımlarınızı ve videolarınızı takip ediyorum. Her defasında kendimden bir şeyler görüyorum. Bu yazınız özelinde yazdıklarınız gözümde öyle güzel canlandı ki bir şekilde ya daha önce bir yazınızda okudum ya da bir videonuzda denk geldiğimi düşündüm. Özellikle Annie Ernaux ile röportajinizdan sonra amansızca kitaplarını okuyup uzunca bir süre etkisinde kaldıktan sonra size karşı şükran borcumun olduğunu anladım. Tabi Annie hanıma da. Haliyle İnan abim, sizden sana döndüm kusura bakma :), sana ne kadar teşekkür etsem az kalır. Ve kulağımda Oasis çalarken yazını okuyup yorumumu yazıyorum. Şimdiden Oasis konser yazını çok merak ediyorum. Sevgiler 💛
Çok mutlu ettin bu mesajınla, teşekkürler Ozan :) Annie Ernaux benim de hayata bakışımı değiştiren yazarlardan biri, edebiyatına "sınıf" kavramını bu kadar çarpıcı bir şekilde yerleştirmesi, geldiği çevreyi, ailesinin ekonomik ve sosyolojik konumunu böyle etkileyici bir şekilde sayfaya dökebilmesi beni her seferinde kalbimden vuruyor. Edebiyatın onun yaptığı gibi yapılabildiğini gösterdi. Bir gün onun gibi yazabilmeyi gerçekten çok ama çok isterim. Senin de Ernaux'ya bulaşmana vesile olduğum için çok mutlu oldum.
başka bir destansı fransa turu'nun hepimize bir parça da olsa iyi geleceğini bilerek, bu sporun hepimiz için çok başka anlamlara gelebildiğini, geleceğini ve sırf bu çeşitliliğin dahi başlı başına bir umut olabileceğini düşünerek okudum hocam. güne daha güzel başlayamazdım herhalde dublin'den çok selamlae.
Fransa’da doğduğunuzu iddia eden büyüğünüz gibi bizim de kafamızda kurduğumuz bir olayımız var, aktarayım: On yıl kadar önce şimdiki eşim hanımefendiyle Lille’de okurken sıkça döner yediğimiz Konyalı bir abimiz vardı ve sizin Lille bağlantınızı ilk duyduğumuzda nedense dönercinin sizin amcanız olduğuna kendimizi inandırdık. Her bahsettiğinizde de amcanızın andalouse soslu tavuk dönerini özlemle anarız… Lütfen bizi de kibarca düzeltmeyin :)
Estağfurullah, hiç bozmaya yeltenmem ben de hatıranızı, böyle kalsın. Ben de andalouse sosunu severdim ama çoğu zaman son dakikada samurai sosla yemeye karar verirdim :)
Her zaman ki gibi anlamlı ve özel bir yazı olmuş İnan Abi emeğine sağlık. Senin de dediğin gibi pek keyfimiz yok, yoğun karamsar gündem okumaya keşfetmeye pek müsait değil ama yine de elimizden geldiğince devam etmemiz gerekiyor. Ayrıca çağdaş dönemin geleceği parlak yazarlarından Edouard Louis’den de bahsetmen çok güzeldi. Bu arada Dag Solstad yazını da uygun bir zamanda bekliyoruz.
Çok teşekkür ederim, çok naziksiniz. Ben de yayınlasam mı yayınlamasam mı diye kararsız kalmıştım, sonra gündemi de içine alan, kişisel dünyamı paylaşabileceğim bir yazı yazmanın en iyisi olduğunu düşündüm.
Dag Solstad'ı da yazmaya başladım, Türkçedeki bütün kitaplarını bitirdim, Mahcubiyet ve Haysiyet'i yeniden okudum, Yaban Ördeği'ne baktım, hatta gaza gelip sırf içinde Yaban Ördeği geçiyor diye Thomas Bernhard'ın Odun Kesmek kitabını okudum. Dilerim iki hafta içinde Solstad yazım da yayında olacak.
Kapsamlı ve derin bir yazının geleceği belli oldu abi hem teşekkür hem de rica ederim. Murakami’nin övgülü bir sözüyle tanımıştım Solstad’ı. Mahcubiyet ve Haysiyet zaten en kült eseri ama ben ayrıca T. Singer hakkındaki yorumlarını heyecanla bekliyorum. Benim son yıllarda hayatım ile ilgili en çok bağ kurduğum kitabı odur.
İnan hocam (böyle İnan abi, İnan kardeş tam olmuyor, aylar boyunca haftada en az iki kez izlediğimiz bi' insan için İnan Bey de çok resmi, hocam tam oluyor sanki, evet), ben her zaman ve hatta en çok bu zamanlarda böyle yazılar yazmayı, okumayı, küçük dertler dinlemeyi, büyük çıkarımlar yapmayı seviyorum. Kendimizce "aman şimdi bu da tasa mı onca şey olurken" gibi düşüncelere saplanmak zannediyorum karşı tarafın da en çok istediği şeylerden biri. Evet bu da dert, sabahki olanlar da dert. Bu da sevinç bir başkası da.
Bilmem daha önce yazılarınızda söz ettiniz mi ama "Les triplettes de Belleville" animasyonu ve sizin bu spora olan sevginiz sayesinde ben de bisikleti takip etmeye başladım. Çok kötü oyunlarını bile konsollarda oynadım. Hâlâ çok eksiğim ve hâlâ tam olarak almam gereken (ne demekse bu) tadı alamadığımı düşünüyorum, ve belki de ömrüm boyunca böyle olacak ama sadece yeni bir sporu sevmeye çalışmamı sağladığınız için bile olsa size (İnan Hocam ama siz, bu ilişkinin anahtarı tam da bu) teşekkür etmek istedim. Sağ olun, var olun ve yazadurun.
Ne güzel yazmışsınız, çok teşekkür ederim. Böyle zamanlarda yazmak, hisleri kâğıda geçirmek, gündelik dertlerle, ilgi alanlarıyla siyasi meseleleri bir araya getirmek her zamankinden daha önemli olabilir, haklısınız.
Bisiklet için filmler ve kitaplar en iyi giriş yolu. Tarihi, güncel bisikletçileri, taktikleri, hikâyeleri yavaş yavaş sindiriyor insan. O tadın yavaş yavaş sizi ele geçirmesi ve ömür boyu bırakmaması dileğiyle.
Anılarınızı, duygularınızı Fransa Bisiklet Turu ile harmanlayıp bu güzel yazıyı ortaya çıkardığınız için teşekkürler. Özellikle bu can sıkıcı günlerde spordan, yarışma ruhundan ve edebiyattan şeyler okumak bana da nefes almak gibi geliyor.
Lille’deki amcanızdan bahsettiğiniz kısım ve o evde yaşanan rutin şeyler gülümsetti beni çünkü benim de çok benzer bir şekilde amcamlar ailecek Brüksel’de yaşıyorlar. Bir süredir Belçika’da yaşadığımdan sebep, ben de vakit buldukça amcamları ziyaret ediyorum. Yemek sonrası tatlı, meyve, çay ikramlarının arasında Türkiye’deki siyasetten, Avrupa’daki gündemden (Türkiye’ye kıyasla çok daha hafif kalıyor konular elbette) bahsetmenin hafifliğini ben de hissediyorum ve nedenini tam çözemesem de huzurlu buluyorum.
Kaleminiz hiç durmasın. Üç sene evvel Ronde van Vlaanderen’i seyretmek üzere arkadaşlarla geldiğimiz Paterberg’de karşılaşmıştık hatırlarsanız, kısaca sohbet etmiştik. Bizden bahsetmiştiniz yazdığınız makalede. Yine bir yerlerde karşılaşmak umuduyla, selamlar.
Hatırladım karşılaşmamızı, ne harika bir gündü. Paterberg'e gidip Ronde izlemek bu hayatta en sevdiğim şeylerden biri. Ömrümün sonuna kadar fırsat buldukça bu geleneği sürdürme sözüm var kendime, bakalım becerebilecek miyim?
Benim Lille deneyimlerimin benzeri bir Brüksel deneyimine sahip olmanız da gülümsetti. Ben de kendimi huzurlu buluyorum o arada kalmışlığın içinde. Hem bizim kültürümüzün hem Avrupa'nın çok güzel birleşimini buluyorum o gelgitin ortasında.
Dünyaya nasıl katılmak istediği konusunda çelişkilerle mücadele eden biri olarak bu yazının tam olarak böyle günlerde yazılması ve okunması gerektiğini düşünenlerdenim. Spor da tıpkı hukuk, tarih, mimari, sinema vb. gibi bugünkü hayatın bir parçası ve dertlerimizi paylaşmanın bir başka aracı. Bu koşullar altında spora sadece spor olarak bakmak da mümkün değil, halihazırda dert dolu günlük hayattan bir kaçış olarak kullanmamak da. Ne de olsa kaçış grubu pelotondan tamamıyla bir kaçışı değil -sanırım- önden gitmeyi, tempo belirlemeyi hedefler ve yarışın tonunu belirler. Bisiklet belki de bugünü ve bugünün sporunu anlayabilmek için seyredilebilecek en güzel spor olabilir. İyi bir bisiklet izleyicisi olamasam da Eurosport ve Socrates -yani sizlerin- aracılığıyla yıllardır bunu seziyorum. Manzaralar ve muhabbetler eşliğinde düşünerek pedal çevirenleri seyre dalmamıza vesile oluyorsunuz. Bu gibi anlarda ara sıra üzerine düşündüğüm şeylerden biri de Türkiye turu ile benzer bir ilişki kurup kuramayacağımız oluyor. Bununla ilişkili olarak yazıdaki Julian Barnes alıntısı o kadar güzel bir yere oturuyor ki bir şeyler yazmak, en azından teşekkür etmek istedim. İyi ki varsınız. Kendi kamusal temsilcilerimizin hınç dolu duygular uyandırmadığı bir zamanda yaşayabilmek, hiç olmazsa buna vesile olabilecek ufak tefek bir şeyler yapabilmek dileğiyle.
Julian Barnes alıntısını tesadüfen keşfettim ben de, değerli arkadaşım Ali Çolak okuyordu Bir Çift Söz'ü, ben de o söyleyince kitapta bir Tour de France yazısı olduğunu hatırladım. Barnes'ın Tour de France yazısına bakarken diğer denemelere sektim, Flaubert üzerine yazdıklarını okudum, akabinde önsöze göz gezdirdim, o bahsi geçen alıntıyı buldum. Aslında son âna kadar yazıda o alıntıyı kullanmamıştım lakin düşününce bu yazıyı kaleme alırken hissettiğim duyguların pek çoğunun o alıntıda olduğunu anladım.
Güzel sözleriniz için size ne kadar teşekkür etsem az. Spor yazarlığının en sevdiğim yönü de bir yandan bu. Daha doğrusu, en anlamlı bulduğum yanı. Dünyayla kurduğum ilişkiyi en doğal, en içten şekilde aktarabildiğim yer yazılar. Bilhassa da bisiklet yazıları. Geri dönüp bugüne kadar yazdığım yarış seyahatnamelerime, günlüklerime bakınca da hep bunu görüyorum, o yarışları yazarken aslında "Ben neredeyim, ne yapıyorum, ne düşünüyorum?" sorularına da cevap aramışım. Dolayısıyla yazmak, kayda geçirmek, kendi kişisel tarihimi, hafızamı, gözümü, kulağımı aktarmak gibi geliyor bana. Böyle güzel okuyucular bulunca da ayrı duygulanıyorum ve teşekkür ediyorum.
"bütün bunların anlamı var mı?". tam da böyle zamanlarda daha da anlamı var. karanlığın, sıkışmışlığın, umutsuzluğun ortasında benzer duygulara eşlik etmek, o anlatılmayan mahallere geri dönmek, hem hatırlamak ve özlemek hem de biraz nefes almak. the holdovers filminde ana karakter hunham "kendini ya da bugünü anlamak istiyorsan geçmişten başlaman gerekiyor. tarih sadece geçmişin incelemesi değil, bugün bir açıklamasıdır" der. işte sizin pendik'inizi, fransa bisiklet turu anılarınızı okurken bir başkası kendi bahçelievleri'ne gidiyor, kendi çocukluğunun köşe başlarını arıyor. farklı hikayelerde tanıdık duygularla buluşmak tabii ki her şeye rağmen iyi geliyor, umut veriyor. kaleminize sağlık.
Çok teşekkür ederim güzel yorumunuz için. Aynı hislerle karar verdim ben de. Hatta sabah tekrar Annie Ernaux'nun Seneler'ine göz attım, altını çizdiğim sayfalara baktım, o da ilham verdi. Geçmiş hiç bitmeyen bir hikâye. Kazıdıkça yeni şeyler buluyor insan. Edouard Louis'i okumak, Ernaux'ya yeniden dönmek o açıdan da kapı açtı bana.
Sevgili İnan, yazdıklarını hep hissederek okuyorum. Yüreklerarasılık diye bir şey olmalı.
Her yazardan, her yazandan, her konuşandan aynı keyif alınmıyor. Bugün 56 ncı yaşımın ilk günü ve birazdan 23 yaşının ortalarına yaklaşan kızımla Adana Sofrasında buluşup kebap, rakı takılacağız. İsterdim ki senden çok olsun ve gelecekle ilgili bir kaygı duymayayım. Ama yine de senin ve senin gibilerin varlığı umut veriyor.
"Aklığın, eskimez bir kış güzelliğinde
Sıcak evler, karlı yollar, bağlılıklar adına
Bir zorbalığa direnmek adına,
Anlaşılmazsa
Söğütler yeşermez, balıklar bırakmaz döllerini"
Eksik olma İnan..
Çok teşekkür ederim Hakan Bey, sizin gibi okurlarla bağ kurabildiğim için başka bir şevkle masaya oturuyorum ben de, eksik olmayın. Doğum gününüzü en içten duygularla kutluyorum, ailenizle, kızınızla birlikte gelecek kaygısını daha az hissedeceğiniz, hepimizin rahatça daha fazla bisiklet, roman, şiir konuşabileceği günlere kadeh kaldırıyorum.
Türkiye'de her sabah uyanırken, "Bugün ne kötü haber alacağım" diye yataktan kalkıyoruz. Her günüm öfke ve ondan daha da fazla acıyla geçiyor. İçimizdeki yarayı sanat ve spor her zaman iyileştiriyor. Nasıl yapıyor bilmiyorum. Benim için karanlık bir pazar sabahını aydınlattı ve umut aşıladı... Selam ve dayanışmayla...
Çok teşekkürler Gürkan, maalesef hikâyemiz bu oldu. Başka bir Türkiye'ye uyanacağız bir gün, o zaman yine yazmaya devam edeceğiz, daha fazla gülerek ve keyif alarak.
Kalemine sağlık İnan abi,her zaman olduğu gibi harika bir yazı.Bahsettiğiniz her şeyi öyle güzel bir dille aktarıyorsunuz ki,spor,sinema,yaşadıklarımız...Senin sevdiğin bir şeyi bende izlemeden duramıyorum.Bu ay ilk defa bisiklet turunu sıkı bir şekilde takip edeceğim.
Bir de Oasis yazınıza benimde Linkin Park için benzer duygular hissettiğimi yazmıştım.Geçen hafta Wembley'de izleme şansına eriştim.O bahsettiğiniz lisenin dönüşü hissini her saniye hissettim ve gerçekten inanılmaz bir duyguydu.Hazır Oasis turu da başlamışken,tekrar iyi eğlenceler dilemek istedim.Umarım hayalinizden bile daha keyifli geçer.
Belki kulağa saçma gelecek ama sizin sesinize,yazılarınıza yıllardır büyük bir sevgi,saygı besliyorum.Her gün Linkin park dinlediğim lise günlerime sizin sesiniz ve Socrates dergi çok büyük renk kattı.Spora ve hayata bakışımı değiştirdiniz.O yüzden bu konuda size birkaç mesaj yazabilmek daha da mutluluk verdi :) Tüm emekleriniz için teşekkürler.Daima mutlu olmanız dileğiyle.
Oasis yazımı yazarken kafamdaki düşünce tam da bahsettiğin şeydi. Oasis'le ilgisi olmayan, hiç Oasis'i sevmeyen birinin başka bir grupla, eserle, sanatçıyla kurduğu bağı da yazımda hissedebilmesini istedim. Sen bunu Linkin Park'la yaşamışsın, ne mutlu. Çok mutlu ettin mesajınla, son paragrafta yazdıklarınla.
Ben de şimdiden çok heyecanlıyım. Konserin kendisi kadar, şehrin Oasis'e bulanan hali, Manchester'ın sokakları, yağmurları, plak dükkanları, kitapçıları heyecanlandırıyor beni. Dilerim bir aksilik olmadan giderim. Konser biter bitmez de yazmaya başlayacağım.
Yaklaşık 8 yıldır yazılarınızı, anlatımlarınızı ve videolarınızı takip ediyorum. Her defasında kendimden bir şeyler görüyorum. Bu yazınız özelinde yazdıklarınız gözümde öyle güzel canlandı ki bir şekilde ya daha önce bir yazınızda okudum ya da bir videonuzda denk geldiğimi düşündüm. Özellikle Annie Ernaux ile röportajinizdan sonra amansızca kitaplarını okuyup uzunca bir süre etkisinde kaldıktan sonra size karşı şükran borcumun olduğunu anladım. Tabi Annie hanıma da. Haliyle İnan abim, sizden sana döndüm kusura bakma :), sana ne kadar teşekkür etsem az kalır. Ve kulağımda Oasis çalarken yazını okuyup yorumumu yazıyorum. Şimdiden Oasis konser yazını çok merak ediyorum. Sevgiler 💛
Çok mutlu ettin bu mesajınla, teşekkürler Ozan :) Annie Ernaux benim de hayata bakışımı değiştiren yazarlardan biri, edebiyatına "sınıf" kavramını bu kadar çarpıcı bir şekilde yerleştirmesi, geldiği çevreyi, ailesinin ekonomik ve sosyolojik konumunu böyle etkileyici bir şekilde sayfaya dökebilmesi beni her seferinde kalbimden vuruyor. Edebiyatın onun yaptığı gibi yapılabildiğini gösterdi. Bir gün onun gibi yazabilmeyi gerçekten çok ama çok isterim. Senin de Ernaux'ya bulaşmana vesile olduğum için çok mutlu oldum.
başka bir destansı fransa turu'nun hepimize bir parça da olsa iyi geleceğini bilerek, bu sporun hepimiz için çok başka anlamlara gelebildiğini, geleceğini ve sırf bu çeşitliliğin dahi başlı başına bir umut olabileceğini düşünerek okudum hocam. güne daha güzel başlayamazdım herhalde dublin'den çok selamlae.
Ne güzel bir yorum yazmışsınız, teşekkür ederim.
Dublin'e çok selam söylüyorum ben de. Hodges Figgis'e gidip bir kitap bakmayı isterdim şu an.
her zaman beklerim hocam iyi ki varsınız gerçekten.
Kaleminize sağlık, keyifle okudum.
Fransa’da doğduğunuzu iddia eden büyüğünüz gibi bizim de kafamızda kurduğumuz bir olayımız var, aktarayım: On yıl kadar önce şimdiki eşim hanımefendiyle Lille’de okurken sıkça döner yediğimiz Konyalı bir abimiz vardı ve sizin Lille bağlantınızı ilk duyduğumuzda nedense dönercinin sizin amcanız olduğuna kendimizi inandırdık. Her bahsettiğinizde de amcanızın andalouse soslu tavuk dönerini özlemle anarız… Lütfen bizi de kibarca düzeltmeyin :)
Sevgiler
Estağfurullah, hiç bozmaya yeltenmem ben de hatıranızı, böyle kalsın. Ben de andalouse sosunu severdim ama çoğu zaman son dakikada samurai sosla yemeye karar verirdim :)
Her zaman ki gibi anlamlı ve özel bir yazı olmuş İnan Abi emeğine sağlık. Senin de dediğin gibi pek keyfimiz yok, yoğun karamsar gündem okumaya keşfetmeye pek müsait değil ama yine de elimizden geldiğince devam etmemiz gerekiyor. Ayrıca çağdaş dönemin geleceği parlak yazarlarından Edouard Louis’den de bahsetmen çok güzeldi. Bu arada Dag Solstad yazını da uygun bir zamanda bekliyoruz.
Çok teşekkür ederim, çok naziksiniz. Ben de yayınlasam mı yayınlamasam mı diye kararsız kalmıştım, sonra gündemi de içine alan, kişisel dünyamı paylaşabileceğim bir yazı yazmanın en iyisi olduğunu düşündüm.
Dag Solstad'ı da yazmaya başladım, Türkçedeki bütün kitaplarını bitirdim, Mahcubiyet ve Haysiyet'i yeniden okudum, Yaban Ördeği'ne baktım, hatta gaza gelip sırf içinde Yaban Ördeği geçiyor diye Thomas Bernhard'ın Odun Kesmek kitabını okudum. Dilerim iki hafta içinde Solstad yazım da yayında olacak.
Kapsamlı ve derin bir yazının geleceği belli oldu abi hem teşekkür hem de rica ederim. Murakami’nin övgülü bir sözüyle tanımıştım Solstad’ı. Mahcubiyet ve Haysiyet zaten en kült eseri ama ben ayrıca T. Singer hakkındaki yorumlarını heyecanla bekliyorum. Benim son yıllarda hayatım ile ilgili en çok bağ kurduğum kitabı odur.
Kaleminize sağlık. Güzel bir romandan bir bölüm okumuş kadar keyif verdi.
Ne mutlu böyle hissettirdiyse yazım, çok teşekkür ederim.
İnan hocam (böyle İnan abi, İnan kardeş tam olmuyor, aylar boyunca haftada en az iki kez izlediğimiz bi' insan için İnan Bey de çok resmi, hocam tam oluyor sanki, evet), ben her zaman ve hatta en çok bu zamanlarda böyle yazılar yazmayı, okumayı, küçük dertler dinlemeyi, büyük çıkarımlar yapmayı seviyorum. Kendimizce "aman şimdi bu da tasa mı onca şey olurken" gibi düşüncelere saplanmak zannediyorum karşı tarafın da en çok istediği şeylerden biri. Evet bu da dert, sabahki olanlar da dert. Bu da sevinç bir başkası da.
Bilmem daha önce yazılarınızda söz ettiniz mi ama "Les triplettes de Belleville" animasyonu ve sizin bu spora olan sevginiz sayesinde ben de bisikleti takip etmeye başladım. Çok kötü oyunlarını bile konsollarda oynadım. Hâlâ çok eksiğim ve hâlâ tam olarak almam gereken (ne demekse bu) tadı alamadığımı düşünüyorum, ve belki de ömrüm boyunca böyle olacak ama sadece yeni bir sporu sevmeye çalışmamı sağladığınız için bile olsa size (İnan Hocam ama siz, bu ilişkinin anahtarı tam da bu) teşekkür etmek istedim. Sağ olun, var olun ve yazadurun.
Ne güzel yazmışsınız, çok teşekkür ederim. Böyle zamanlarda yazmak, hisleri kâğıda geçirmek, gündelik dertlerle, ilgi alanlarıyla siyasi meseleleri bir araya getirmek her zamankinden daha önemli olabilir, haklısınız.
Bisiklet için filmler ve kitaplar en iyi giriş yolu. Tarihi, güncel bisikletçileri, taktikleri, hikâyeleri yavaş yavaş sindiriyor insan. O tadın yavaş yavaş sizi ele geçirmesi ve ömür boyu bırakmaması dileğiyle.
Anılarınızı, duygularınızı Fransa Bisiklet Turu ile harmanlayıp bu güzel yazıyı ortaya çıkardığınız için teşekkürler. Özellikle bu can sıkıcı günlerde spordan, yarışma ruhundan ve edebiyattan şeyler okumak bana da nefes almak gibi geliyor.
Lille’deki amcanızdan bahsettiğiniz kısım ve o evde yaşanan rutin şeyler gülümsetti beni çünkü benim de çok benzer bir şekilde amcamlar ailecek Brüksel’de yaşıyorlar. Bir süredir Belçika’da yaşadığımdan sebep, ben de vakit buldukça amcamları ziyaret ediyorum. Yemek sonrası tatlı, meyve, çay ikramlarının arasında Türkiye’deki siyasetten, Avrupa’daki gündemden (Türkiye’ye kıyasla çok daha hafif kalıyor konular elbette) bahsetmenin hafifliğini ben de hissediyorum ve nedenini tam çözemesem de huzurlu buluyorum.
Kaleminiz hiç durmasın. Üç sene evvel Ronde van Vlaanderen’i seyretmek üzere arkadaşlarla geldiğimiz Paterberg’de karşılaşmıştık hatırlarsanız, kısaca sohbet etmiştik. Bizden bahsetmiştiniz yazdığınız makalede. Yine bir yerlerde karşılaşmak umuduyla, selamlar.
Hatırladım karşılaşmamızı, ne harika bir gündü. Paterberg'e gidip Ronde izlemek bu hayatta en sevdiğim şeylerden biri. Ömrümün sonuna kadar fırsat buldukça bu geleneği sürdürme sözüm var kendime, bakalım becerebilecek miyim?
Benim Lille deneyimlerimin benzeri bir Brüksel deneyimine sahip olmanız da gülümsetti. Ben de kendimi huzurlu buluyorum o arada kalmışlığın içinde. Hem bizim kültürümüzün hem Avrupa'nın çok güzel birleşimini buluyorum o gelgitin ortasında.
kaleminize sağlık. açılış gününe hoş bir yazıyla başlamak güzel oldu. iyiki varsınız
Siz de iyi ki varsınız, çok teşekkür ederim.