Kaleminize sağlık. Umutsuzluğun örgütlenmeye çalışıldığı günlerde "hayır böyle olmak zorunda değiliz" demenin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Serol Teber'in o meşhur açık radyo programı Didik Didik Freud'da dinlemiştim, Kafka'nın Yargı adlı öyküsünde baba ile çatışmasını, hesaplaşmasının sonunu getirememesini. "Babayı" aşamadı belki de, karamsarlığı da ondandı. Babaları, reisleri, patronları aşacağız bir gün ben inanıyorum.
Yıllar önce Petersburg'da zamanında Çar'ın hapishanesinin de olduğu Peter Paul kalesine gitmiştim. Bu tutsakhanede kimler yatmamıştı ki, Gorki gibi yazarlardan Lenin'in abisi gibi siyasilere iyiye dair sözü olanların birçoğunun yolu buradan geçmiş. Çar devrilince en son çar burada kalmış... Oradan çıkıp kozmonot müzesine gitmiştim, 50 yıl sonra hapistekilerin uzaya çıktığını gördüm. Umutlandıran bir geçmişti. Yazınız da öyle geldi bana, teşekkürler:)
Ben de iyimser bir insanımdır, bizim siyasi gündemimizde bile bu iyimserliğimi korumaya çalışıyorum. Fakat Dava'yı izlerken, o koca koca duvarların ve kapıların ortasında, insan kendisini çok küçük hissedebiliyor. Yazım, o ruh halinin eseri. Fakat bir yandan da "Ah vah, ne korkunç şeyler yaşıyoruz" muhabbetlerini sevmediğim, tarihin her döneminin büyük zorluklar barındırdığına, o zorlukların içinde ışığı bulmanın da mümkün olduğuna inandığım için duvarların ve kapıların ötesini görmeye çabaladım.
Sinemayla ilgili ne zaman bir şeyler düşünsem aklıma hemen Baudrillard gelir. Onun simülasyon teorisinin muhteşem bir yansımasıdır bu sanat bana göre. İşte bu yazı da o yansımayı şahane bir şekilde tarif etmiş. Bugün Dava'yı veya Yurttaş Kane'i sinemada izleyip salondan dışarı adım attığımızda Orson Welles'in sesi devam edecektir. O sırada yanımızdan biri geçebilir veya çantamız sarsılabilir. Film izleme deneyimi, hiçbir zaman tam bir kopuş sağlamaz.
Kafka, Dava'yı yazar ve durağan bir kabus kurgular. Welles ise kamerayı çalıştırıp (tabii ki onun kurgu konusundaki saplantısını es geçmeden) sinematik bir hareket başlatır. İnan Özdemir ise bunları harmanlar ve benim beklediğim, beklediğim ve beklediğim günleri kelimeleriyle tatlandırır.
Sizi okumak gece üçte bile büyük keyif, ellerinize sağlık :)
Çok teşekkür ederim Alper. Bu güzel yoruma hakkıyla bir cevap vermem mümkün olmayacak ama elimden geleni yapacağım.
Çanta konusuna takmamın sebeplerinden biri hem o "sinemadan çıkan insan" deneyiminin parçalarından biri olması hem de Sinematek'te bu sefer ilginç bir koltuğa denk gelmem. Yazıya yedirmedim ama film boyunca tam arkamda oturan seyircinin ayağını sallaması, iki saat boyunca durmadan sallaması, benim koltuğumu da kendisiyle birlikte sarsması Dava'yı üçüncü kez seyretme tecrübeme apayrı bir boyut kattı. Belki ona da yazıda yer vermeliydim diye düşünüyorum. Filmi düşündükçe hâlâ sallanıyorum.
Fakat bahsettiğin gibi, sinema izleyicisi olarak her zaman o sesin devamlılığını sağlamaya çalışıyorum. O yüzden tek başına filme gitmeyi de çok severim. 2010'ların başında, bir festival sabahı, soğuk bir İstanbul gününde, Rohmer'in Ma Nuit Chez Maud'unu sinemada izlediğim günü hiç unutamadım. O günden beri o deneyimi kovalıyorum.
Ben maalesef bir sinema cahiliyim (evlenince izlenilir:)) ama o kadar güzel bir yazı olmuş ki, hemen izleyeceğim bahsi geçenleri. Bekleme odasında zaman başka türlü nasıl geçecek zaten?
Çok teşekkür ederim. Merak ettirebildiysem ne mutlu. Eğer Dava hoşuna gitmezse yine de Yurttaş Kane ve Muhteşem Ambersonlar'a şans verin derim. Öyle büyük filmler ki Atahan'a gözüm kapalı tavsiye ederim :)
Bu yazıyı okuduğum sırada muhalif partinin cumhurbaşkanlığı için en büyük adayının üniversite diploması iptal edildi. Bir bakıma aday olmaması için "darbe" yapıldı. Bu kaotik ve korku ikliminde ben de İnan abim gibi umudumu korumak bilhassa ilerletmek istiyorum. Tabi bunun yollarından biri de böyle kıymetli yazıları okuyup güçlenmekte geçiyor kendi adıma. Her zaman güç verdiğin için teşekkür ederim İnan abimm
Teşekkür ederim, ben de esas gücü sizin gibi dostlardan alıyorum. Daha güzel günleri hep beraber inşa edeceğiz. Küsmeden, yılmadan, düşeni yerden kaldırarak, iktidarın çizdiği sınırlardan ibaret olmadığımızı, Türkiye'nin Beştepe'den büyük olduğunu göstereceğiz.
2015 yılında üniversite ikinci sınıf iken başladım Socrates Dergisini okumaya. Niğde'de öğrenim görüyordum, haliyle büfelerde bulmak da o kadar kolay değildi. Yazarların isimlerini okudukça öğrendim tabii. İnan Özdemir ismi dikkatimi çekiyordu. Bisiklet meraklısı olmamama rağmen. Mark Cavendish ile öyle tanıştım. Zaman geçtikçe bilgi sahibi de olmaya başladım. Aradan yıllar geçti Socrates FC en sevdiğim podcaste dönüştü. Sene 2021. Mezun olalı üç yıl olmuş ama isimlerden biri yine aynı. İnan Özdemir. Bazen ara verdim, bazen denk geldim. Bazen de dün olduğu gibi tesadüf ettim. Uzun zaman sonra tekrardan sinema ve kitaplara yoğunlaşmaya çabalarken. Tesadüf diyorum çünkü dava üniversitede iken okuduğum ve en sevdiğim Kafka kitabıydı hatta bir sitede gönüllü olarak tanıtım yazısı bile yazmıştım. Josef K.'yı unutmak mümkün değildi. Geçen onca boşluğa ve akan süreye rağmen yazıların, düşüncelerin her zaman ilgimi çekti. Mahir olduğun alanları bizimle paylaştığın için çok teşekkür ederim İnan Abi. Devamını bu sefer ara vermeden heyecanla bekliyor olacağım. Hem burada hem de Socrates FC'de görüşmek üzere...
Kafka`nın "Dava"sını okuduğumdan beri (belki de kitap aslında tamamlanmadığı için) içimde oluşan ve her fırsatta kendini hatırlatarak beni rahatsız etmeyi başaran dünyaya rağmen, hem de son günlerde karamsar olmaya yetecek bir gündem varken Welles`in "Dava"sını (daha önceden duymuştum ama bu dünyayı büyütmesin diye izlememiştim) izleyeceğimi hiç düşünmezdim. Ama bu yazıyla beraber içimdeki karamsar dünyayı bastırmanın en iyi yolu belki de onu yaratan "Dava"yı farklı bir bakışla deneyimlemek olabilir diye düşündüm ve gayet başarılı da oldu.
İyi ki bu yazıyı okumuşum; İyi ki filmi izlemişim; İyi ki bunların hepsi tam da bugün olmuş.
Gogol, Çehov, Kafka ve Dostoyevski okurken karanlık içerisindeki umut ne güzel parlıyor derinden. Hep gülümseyerek okumuşumdur. Tragedya ve komedya birliğine bayılıyorum. Muhteşem bir yazı İnan abi. Çok iyi geldi... Çok selamlar.
Kaleminize sağlık. Umutsuzluğun örgütlenmeye çalışıldığı günlerde "hayır böyle olmak zorunda değiliz" demenin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Serol Teber'in o meşhur açık radyo programı Didik Didik Freud'da dinlemiştim, Kafka'nın Yargı adlı öyküsünde baba ile çatışmasını, hesaplaşmasının sonunu getirememesini. "Babayı" aşamadı belki de, karamsarlığı da ondandı. Babaları, reisleri, patronları aşacağız bir gün ben inanıyorum.
Yıllar önce Petersburg'da zamanında Çar'ın hapishanesinin de olduğu Peter Paul kalesine gitmiştim. Bu tutsakhanede kimler yatmamıştı ki, Gorki gibi yazarlardan Lenin'in abisi gibi siyasilere iyiye dair sözü olanların birçoğunun yolu buradan geçmiş. Çar devrilince en son çar burada kalmış... Oradan çıkıp kozmonot müzesine gitmiştim, 50 yıl sonra hapistekilerin uzaya çıktığını gördüm. Umutlandıran bir geçmişti. Yazınız da öyle geldi bana, teşekkürler:)
Ne güzel bir yorum yazmışsınız, elinize sağlık.
Ben de iyimser bir insanımdır, bizim siyasi gündemimizde bile bu iyimserliğimi korumaya çalışıyorum. Fakat Dava'yı izlerken, o koca koca duvarların ve kapıların ortasında, insan kendisini çok küçük hissedebiliyor. Yazım, o ruh halinin eseri. Fakat bir yandan da "Ah vah, ne korkunç şeyler yaşıyoruz" muhabbetlerini sevmediğim, tarihin her döneminin büyük zorluklar barındırdığına, o zorlukların içinde ışığı bulmanın da mümkün olduğuna inandığım için duvarların ve kapıların ötesini görmeye çabaladım.
"...
umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar"
Nefis bir şiiri hatırlatmışsınız, saygılar.
Sinemayla ilgili ne zaman bir şeyler düşünsem aklıma hemen Baudrillard gelir. Onun simülasyon teorisinin muhteşem bir yansımasıdır bu sanat bana göre. İşte bu yazı da o yansımayı şahane bir şekilde tarif etmiş. Bugün Dava'yı veya Yurttaş Kane'i sinemada izleyip salondan dışarı adım attığımızda Orson Welles'in sesi devam edecektir. O sırada yanımızdan biri geçebilir veya çantamız sarsılabilir. Film izleme deneyimi, hiçbir zaman tam bir kopuş sağlamaz.
Kafka, Dava'yı yazar ve durağan bir kabus kurgular. Welles ise kamerayı çalıştırıp (tabii ki onun kurgu konusundaki saplantısını es geçmeden) sinematik bir hareket başlatır. İnan Özdemir ise bunları harmanlar ve benim beklediğim, beklediğim ve beklediğim günleri kelimeleriyle tatlandırır.
Sizi okumak gece üçte bile büyük keyif, ellerinize sağlık :)
Çok teşekkür ederim Alper. Bu güzel yoruma hakkıyla bir cevap vermem mümkün olmayacak ama elimden geleni yapacağım.
Çanta konusuna takmamın sebeplerinden biri hem o "sinemadan çıkan insan" deneyiminin parçalarından biri olması hem de Sinematek'te bu sefer ilginç bir koltuğa denk gelmem. Yazıya yedirmedim ama film boyunca tam arkamda oturan seyircinin ayağını sallaması, iki saat boyunca durmadan sallaması, benim koltuğumu da kendisiyle birlikte sarsması Dava'yı üçüncü kez seyretme tecrübeme apayrı bir boyut kattı. Belki ona da yazıda yer vermeliydim diye düşünüyorum. Filmi düşündükçe hâlâ sallanıyorum.
Fakat bahsettiğin gibi, sinema izleyicisi olarak her zaman o sesin devamlılığını sağlamaya çalışıyorum. O yüzden tek başına filme gitmeyi de çok severim. 2010'ların başında, bir festival sabahı, soğuk bir İstanbul gününde, Rohmer'in Ma Nuit Chez Maud'unu sinemada izlediğim günü hiç unutamadım. O günden beri o deneyimi kovalıyorum.
Ben maalesef bir sinema cahiliyim (evlenince izlenilir:)) ama o kadar güzel bir yazı olmuş ki, hemen izleyeceğim bahsi geçenleri. Bekleme odasında zaman başka türlü nasıl geçecek zaten?
Çok teşekkür ederim. Merak ettirebildiysem ne mutlu. Eğer Dava hoşuna gitmezse yine de Yurttaş Kane ve Muhteşem Ambersonlar'a şans verin derim. Öyle büyük filmler ki Atahan'a gözüm kapalı tavsiye ederim :)
Bu yazıyı okuduğum sırada muhalif partinin cumhurbaşkanlığı için en büyük adayının üniversite diploması iptal edildi. Bir bakıma aday olmaması için "darbe" yapıldı. Bu kaotik ve korku ikliminde ben de İnan abim gibi umudumu korumak bilhassa ilerletmek istiyorum. Tabi bunun yollarından biri de böyle kıymetli yazıları okuyup güçlenmekte geçiyor kendi adıma. Her zaman güç verdiğin için teşekkür ederim İnan abimm
Teşekkür ederim, ben de esas gücü sizin gibi dostlardan alıyorum. Daha güzel günleri hep beraber inşa edeceğiz. Küsmeden, yılmadan, düşeni yerden kaldırarak, iktidarın çizdiği sınırlardan ibaret olmadığımızı, Türkiye'nin Beştepe'den büyük olduğunu göstereceğiz.
çok iyi olmuş
Çok teşekkür ederim.
2015 yılında üniversite ikinci sınıf iken başladım Socrates Dergisini okumaya. Niğde'de öğrenim görüyordum, haliyle büfelerde bulmak da o kadar kolay değildi. Yazarların isimlerini okudukça öğrendim tabii. İnan Özdemir ismi dikkatimi çekiyordu. Bisiklet meraklısı olmamama rağmen. Mark Cavendish ile öyle tanıştım. Zaman geçtikçe bilgi sahibi de olmaya başladım. Aradan yıllar geçti Socrates FC en sevdiğim podcaste dönüştü. Sene 2021. Mezun olalı üç yıl olmuş ama isimlerden biri yine aynı. İnan Özdemir. Bazen ara verdim, bazen denk geldim. Bazen de dün olduğu gibi tesadüf ettim. Uzun zaman sonra tekrardan sinema ve kitaplara yoğunlaşmaya çabalarken. Tesadüf diyorum çünkü dava üniversitede iken okuduğum ve en sevdiğim Kafka kitabıydı hatta bir sitede gönüllü olarak tanıtım yazısı bile yazmıştım. Josef K.'yı unutmak mümkün değildi. Geçen onca boşluğa ve akan süreye rağmen yazıların, düşüncelerin her zaman ilgimi çekti. Mahir olduğun alanları bizimle paylaştığın için çok teşekkür ederim İnan Abi. Devamını bu sefer ara vermeden heyecanla bekliyor olacağım. Hem burada hem de Socrates FC'de görüşmek üzere...
Kafka`nın "Dava"sını okuduğumdan beri (belki de kitap aslında tamamlanmadığı için) içimde oluşan ve her fırsatta kendini hatırlatarak beni rahatsız etmeyi başaran dünyaya rağmen, hem de son günlerde karamsar olmaya yetecek bir gündem varken Welles`in "Dava"sını (daha önceden duymuştum ama bu dünyayı büyütmesin diye izlememiştim) izleyeceğimi hiç düşünmezdim. Ama bu yazıyla beraber içimdeki karamsar dünyayı bastırmanın en iyi yolu belki de onu yaratan "Dava"yı farklı bir bakışla deneyimlemek olabilir diye düşündüm ve gayet başarılı da oldu.
İyi ki bu yazıyı okumuşum; İyi ki filmi izlemişim; İyi ki bunların hepsi tam da bugün olmuş.
Gogol, Çehov, Kafka ve Dostoyevski okurken karanlık içerisindeki umut ne güzel parlıyor derinden. Hep gülümseyerek okumuşumdur. Tragedya ve komedya birliğine bayılıyorum. Muhteşem bir yazı İnan abi. Çok iyi geldi... Çok selamlar.
Gürkan
Hrant Dink'i neden anmadın İnan ağabey? Hadi diğerleri neyse de, sen neden anmadın? Hrant gerçek bir Trial filminde yaşıyordu. Onu neden anmadın?