Gecelerin Ötesinde
Olimpiyattan nasıl dersler çıkarmalıyız? Ersu, Duplantis ve Osman Aşkın Bak’lı bir akşama dönelim.
Neyi yanlış yapıyoruz? Neden madalya alamıyoruz? Bu soruların basit bir cevabı, sihirli bir reçetesi yok. Ama yanıtı aramaya başlamak için iyi bir tarih biliyorum.
5 Ağustos 2024, Armand Duplantis’in sırıkla atlama finalinde 6.25 atlayarak dünya rekoru kırdığı olağanüstü bir gündü. 24 yaşındaki yıldız, spor yaşamına yeni destanlar eklerken bizim başka bir gururumuz vardı. 2020 Olimpiyat Oyunları’nda finale kalarak 10. olan Ersu Şaşma, 2024 Olimpiyat Oyunları’nda sırıkla atlamada bir kez daha final görmüş, 5.85 atlayarak beşinciliğe ulaşmıştı.
Evet, madalya kazanamamıştı. Yıllar sonra yapılacak bir çalışmada, Türkiye’nin olimpik mazisini yazacak bir araştırmacı için o gece belki anlamlı olmayacaktı. Fakat Ersu’nun başarısı, podyum getirmese bile, hatırlanması gereken bir sayfa. Bir dönüm noktası demek iddialı olur. Fakat üzerine düşünülmeli, konuşulmalı.
O pazartesi akşamı, desteklemekten gurur duyduğum bir milli sporcunun beşinciliğiyle aklıma kazınsa da sadece orada kalmamıştı. Çünkü aynı yarışmada Duplantis, 2024 Paris’e imzasını atmıştı. Önce rakiplerini izlemiş, akabinde kürsünün diğer basamakları belli olduktan sonra direksiyona geçmişti. Tek rakibi kendisiydi. Yaşarken tarihi de yazıyordu.
Bunu zaten biliyorduk. Olimpiyattan aylar önce, eşimle “Acaba Paris’e gitsek mi?” hayalleri kurduğumuz dönemde not aldığımız ilk etkinlik erkekler sırıkla atlama finaliydi. Zira Duplantis’in rekoru, yıllar sonra “Oradaydık” diyeceğimiz bir an olacaktı. Öyle de oldu. Belki Paris’e gidemedik ama televizyon başında izlerken bile tüylerimiz diken dikendi.
Duplantis altını garantilemiş, rekor denemelerine başlamadan önce bir Yusuf Dikeç sevinci yapmıştı. Arkadaşlarımıza, aile büyüklerimize “İzledin mi?” diye mesajlar attığımız gece, bir anda başka açıdan Türkiye’nin Paris macerasına bağlanmıştı. Derken spor bakanımız Osman Aşkın Bak’ın “Olimpiyat rekoru da kırsan Yusuf abini örnek alırsın” mesajı Twitter akışına düştü ve bütün o büyünün ortasında nerede olduğumuzu bize hatırlattı.
Sahi, neredeydik?
10 Ağustos 2017, klasik Hıncal Uluç isyanlarından biriydi. Şöyle başlıyordu Sabah’taki yazısına: “Ekran başında nasıl keyif, nasıl heyecanla oturmuş atletizm izliyorum.. Hayatımın sporu karşımda.. Hem de bir Dünya Şampiyonası var.. Günlerdir her gecem atletizmle dolu.. İşte gene onlardan biri.. Salı gecesi.. Sahada dünyanın seyri en doyulmaz yarışmalarından biri, Sırıkla Atlama var..”
Derken ne oluyor? “Ekrana bakıyorum. Sırığı eline aldı atlet.. Geçerse şampiyon olacak nerdeyse.. Takılırsa elenecek. Onun için tam ölüm kalım atlayışı.. Çıtaya koşmaya başladı ve.. Ve inanamazsınız, TRTSpor tam o anda, adam ölüm kalıma koşarken yayını kesti.”
Devamını tahmin edersiniz. Önce anayasal olarak TRT’ye yükümlülüklerini hatırlatıyor; halkın cebinden aldığı vergilerden, bunun yanına eklediği reklam gelirlerinden söz ediyordu. Arkasından 2017 Dünya Atletizm Şampiyonası canlı yayınının kesilip UEFA Süper Kupa maçına dair bir yorum programına dönülmesine kızıyordu. Haksız mıydı? Elbette hayır.
2017, sırıkla atlama tarihimiz açısından da önemli bir tarihti. O günlerde bunu bilmesek de… Zira 2014’te öğretmenlerinin teşvikiyle sırıkla atlamaya başlayan Ersu, dikkatleri ilk kez o sene üzerine çekmişti. 24 Mayıs 2017’de Mersin Nevin Yanıt Atletizm Kompleksi’nde 5.13’le 20 Yaş Altı Türkiye rekorunu kırmıştı. O tarihten üç buçuk yıl sonra, 24 Ocak 2021’de 5.71’le büyüklerde Türkiye rekorunu da kırdı. 1998’den beri kırılmayan bir rekoru 21 yaşında geçmişti.
2017’de Ersu’nun hayatı değişirken dünya atletizmi ise yeni fenomeniyle tanışıyordu yavaş yavaş. Binlerce atletizm tutkununun sırıkla atlama finalini canlı yayında izleyemediği 2017 Dünya Atletizm Şampiyonası’nda ABD’li Sam Kendricks 5.95 atlayarak şampiyon olmuştu. 18 yaşındaki Armand Duplantis ise 5.50 atlayarak finali dokuzuncu bitirmişti. Ersu’nun gençlerde Türkiye rekorunu kırdığı günlerde yaşıtı Duplantis dünya sahnesine çıkmıştı.
Ersu yedi sene sonra Sam Kendricks ve Armand Duplantis ile Paris’te buluştu. 2021’de Tokyo’da düzenlenen oyunlarda 10. olan Ersu, 2024 Paris’te de finale yükselmişti. Hedefi Tokyo’daki 5.70’inin ötesine gitmekti. Öyle de yaptı. 5.85 atlayarak kendisi adına sezonun en iyi derecesini yaptı. Fakat bu derece madalyaya yetmedi. Duplantis 6.25’le zirveyi aldı. Kendricks, 5.95’le gümüşü müzesine götürdü. Üçüncülük, Yunan sporcu Emmanouil Karalis’indi. Tokyo’da 5.80’le dördüncü olan Karalis, Paris’te 5.90’la üçüncülüğü aldı.
Dolayısıyla Duplantis’in rekoruyla büyülenirken “Teşekkürler Ersu” dememek, bu tablodan gururlanmamak mümkün değildi. Milyonlarca insan da böyle yaptı. 1500 metrede finale çıkarak yüzme tarihimizin ilk olimpiyat finalisti olan Kuzey Tunçelli gibi Ersu da koca bir teşekkürü hak etmişti. Olimpiyatın temelindeki iki spordan gelen bu dereceler, geleneğimiz olan sporlardaki madalyalar kadar kıymetliydi. Fakat bir yandan da şu soruyu soranlar vardı. 85 milyonluk Türkiye, neden hemen her sporda “Teşekkürler X” ülkesine dönüşmüştü? Niçin madalyadan uzaktık? Madalya tablosundaki yerimiz neden bu kadar diplerdeydi?
Osman Aşkın Bak’ın basit şakasının sosyal medyada tepki görmesinin sebebi de buydu. Herkes tweet’i alıntılayıp madalya tablosundaki yerimizi tartışmaya açıyordu. Konuşulması gereken pek çok konu vardı. Spor bakanının işi olimpiyattan esprili tweet atmak mıydı? Etkinliği yakından izleyen takım elbiseliler, nasıl bir başarı kriteri koyuyordu? Hangi sporlarda ne tip hedeflere sahiptik? Bu hedeflerin neden uzağındaydık? Bir yandan bu raporlama yapılıyor muydu yoksa başarının kıyısındaki sporcuların yanında röportaj vermek, fotoğraf çektirmek o koltuğun esas işine mi dönüşmüştü? Veya en başta, o koltukta kalmaya devam edecek siyasi bağlantıları korumak mıydı mesele?
O sıradışı geceden çok değil, 24 saat sonra “Eurosport ne veriyor, TRT kanalları ne veriyor?” diye ekran başında dolaşırken TRT Spor Yıldız’ın olimpiyat yayınına devam ettiğini gördüm. TRT Spor’da ise futbol programı vardı. Şampiyonlar Ligi elemelerinde Fenerbahçe ile Lille karşı karşıya gelmişti. TRT maçın yayıncısı değildi ama TRT Spor’a üç kişi koyup maçın canlı anlatımını yaptırıyorlardı. O formatı bilirsiniz. Yorumcular canlı yayında maçı izler ve oyun üzerine konuşur. Siz maçı göremezsiniz. Maç izleyen yorumcuları görürsünüz. Onların mimiklerini, tepkilerini takip edersiniz. Bu yayın, devlet kanalı tarafından olimpiyattaki onlarca etkinliğin önüne koyulmuştu.
Ersu’nun başarısından, Duplantis’in rekorundan, Bak’ın paylaşımından 24 saat sonra tablo ortadaydı. Aslında 2017 Dünya Atletizm Şampiyonası’ndan bu yana bir şey değişmemişti. O gün kazanan Sam Kendricks, bir gece önce milli sporcumuzu geride bırakmıştı. Ve biz ülke olarak çoktan futbol sezonuna hazırlanmaya başlamıştık.
Yani, yerimizde sayıyorduk.
Kundaktan beri sırıkla atlayan Duplantis’in aile öyküsünü duymuşsunuzdur. Babası Greg, geçmişte Bubka’yla yarışan bir sırıkçı. Annesi Helena ise İsveç’te büyüdükten sonra spor bursu kazanan, Louisiana State Üniversitesi’nde okuyan bir atlet. Helena’nın babası da eski bir sırıkla atlamacı. Greg ile Helena’nın aşkları Louisiana’da başlıyor. Armand orada büyüyor. Greg ile Helena yaşadıkları yerde düzgün bir koç bulamayınca oğullarının antrenörlüğünü üstlenmeye başlıyorlar.
Bizim bu hikâyeden çıkarabileceğimiz bir ders yok. Helena’nın babasının, Armand’ın dedesinin, 80’li yaşlarına kadar sırıkla atlamayla uğraşması, Helena’yı atletizm pistlerinde büyütmesi, dünya rekoruna giden yolun başlangıç noktalarından biri. Greg’in 5.80 atlayabilen bir sırıkçı olması da... Bütün bu çizgiler birleşti ve ortaya tarihin en büyük sırıkla atlamacısı çıktı. İsveç geleneği, ABD üniversite sistemi, aile tecrübesi, gen, yetenek…
Dolayısıyla Ersu gibi sporculara “Duplantis’i neden yenemiyorsun?” gibi bir soruyu kimse soramaz. Sormuyor da… Mesele şu: Biz Duplantis’in arkasında ikincilik veya üçüncülük için yarışan bir atletizm ülkesi miyiz? Türkiye Atletizm Federasyonu, Ersu gibi bir yeteneğin Los Angeles’ta en iyi dereceyi almasını sağlayabilecek seviyede bir kurum mu? 2022’den beri Dünya Atletizm Birliği’nin Türkiye’yi “Yarışma manipülasyonu izleme listesi”ne alması bir madalyayla çözülecek mi? Türkiye’de koşulan yarışmalarda kırılan rekorların -eğer yabancı gözlemciler yoksa- kabul edilmemesi sorunu bir olimpik başarıyla açıklığa kavuşacak mı? İslami Dayanışma Oyunları’nda bile düzgün ölçüm yapamayan bir federasyonun tek eksiği sırıkla atlama kürsüsü mü?
Başka sporlara gidelim. Yüzmede ilk olimpiyat finalini 2024’te görebilmek, bir federasyon ve koca bir ülke için başarı mıdır? Kuzey Tunçelli, Türkiye’de üniversite okumaya karar verirse ona burada en iyi eğitimi, tesisi, bilgiyi sağlayabilecek miyiz? 2028’de Kuzey’in madalya hedefiyle yarışması için ABD’de bir üniversiteye gitmesi mi gerekiyor? Giderse gelişimini takip edecek miyiz?
Kısacası, yolumuz uzun. Londra’dan Rio’ya, Tokyo’dan Paris’e oyunlar gelip geçiyor ve biz bütün tartışmayı madalya tablosu üzerinden yapıyoruz. Fakat Ersu bronz madalya kazansa dahi Türkiye harika bir atletizm ülkesi olmayacaktı. Kuzey üçüncülüğe gitseydi yüzme politikalarımız kusursuz olmayacaktı. O madalyaları kazanmadığımız için de dünyanın en kötü spor ülkesi değiliz. Fakat atacağımız bir sonraki adımı iyi belirlememiz gerekiyor. Değişmezsek daha da düşeriz.
Şakalarla komikliklerle, siyasi bağlantılarla dolu bir spor dünyasında günü kurtarmaya devam mı edeceğiz? Bir sonraki atletizm yayını yarıda kesildiğinde sesimizi çıkaracak mıyız? Kendi çalıştığımız kurumlarda daha fazla atletizm, yüzme, jimnastik konuşmak için çabalayacak mıyız? Federasyonları ve koltuk sahiplerini daha sıkı denetleyecek miyiz? Yoksa bu sporları ve sporcuları dört sene bir kenara bıraktıktan sonra Los Angeles’ta “Biz niye tabloda diplerdeyiz?” diye dövünmeyi sürdürecek miyiz?
Beşincilikle madalya kürsüsünü bazen birkaç santim, bazen de birkaç saniye ayırıyor gibi görünebilir. Fakat inanın, aradaki mesafe çok daha uzun bir yolun ürünü. Ve bunu sosyal medyayı daha iyi kullanarak kapatamayız. En iyi makam odalarına, son model arabalara, en sağlam bağlantılara sahip olmak da çözüm değil.
Madalya böyle gelmiyor. Dünya böyle işlemiyor.
47 yaşındayım. Çocukken Sergei Bubka'yı izledikten sonra elde oklava onu taklit etmeye çalışırdım. Geçtim madalyayı göğsünde ay yıldız olan bir atleti elinde sırıkla olimpiyat finalinde görmek bir hayaldi bizim jenerasyon için. Geçen yıllar içerisinde patlayan doping skandalları sporun Olimpos'u olarak gördüğüm atletizmden soğutmuştu beni ama her daim göz kenarıyla takip ederdim sırıkla atlama branşını. Ve yıllar geçti bir çocuk çıktı, göğsünde al yıldız ile Tokyo olimpiyat oyunlarında final gördü ve "iyi bari gözümüz açık gitmeyeceğiz" dedirtti ben ve benim gibilere. Pandemi yüzünden şaşaası kaybolmuştu oyunların ama olimpiyat olimpiyattı. Geçen yıllar benim yolumu da Macaristan'a düşürmüştü ve bir gün internette dolaşırken Dünya Şampiyonasının Budapeşte'de olacağını gördüm. Türkiye'den bir çocuğu Duplantis'in rekor kırma ihtimalinin olduğu bir dünya şampiyonası finalinde çıplak gözle izlemek! Hemen bilet aldım bir hayale canlı şahit olabilmek için sırıkla atlama müsabakasının yapılacağı bölüme nazır bir yerden. Ve o gün çattı geldi, eşimle koşa koşa çıktım tribünlere çıkan merdivenlerden ve yerime oturdum. Ortada bir sorun vardı. Bilenler bilir, sırıkla atlama müsabakasının yapıldığı bölüm koşu pistinin dönemeçli bölümlerine denk gelir, bu şampiyona özelinde yeri değiştirilmişti. Bizim bulunduğumuz yere çok uzaktı. Nasıl sinirlendiğimi ve sövdüğümü anlatamam. Koşa koşa o bölüme gittim, ayakta da olsa bir şeklide Ersu ve Duplantis'i yakından izleme şansını buldum. Çocuklar gibi mutluydum.
Ve 5 Ağustos 2024... Eurosport-Macaristan sağolsun, sadece sırıkla atlama müsabakasını gösteren bir yayın vardı. Bu sayede müsabakayı başından sonuna kadar takip etme şansını buldum. Bir ara hüngür hüngür ağlamadım değil. Göz yaşları sevinçten değil mutluluktan süzülmüştü. Ülkemden bir çocuk hiç geri adım atmadan çıkıp sonuna kadar mücadelesini yapmıştı. Bazı şampiyonlar madalyasızdır...
Biliyorum, eleştiren çıkacaktır ama Ersu'nun olimpiyat beşinciliği Türk spor tarihinin en önemli beş hadisesi içerisindedir. Neye göre, kime göre diyen de olacaktır muhakkak. "Olimpiyat oyunlarının üç temel direğinden birisinin en zor branşlarından bir tanesi" yanıtını verebiliyorum ancak. ..
Yazınızı görünce dayanamadım, duygularımı paylaşmak istedim. Umarım laf kalabalığı yapmamışımdır. Saygılar...
Derya Büyükuncu da yanılmıyorsam büyük oranda kendi çabasıyla üst üste 6 olimpiyata katılmıştı ama haliyle sonuncu olunca alay konusu olmuştu. Biz hiç yatırım yapmadan, hiç destek olmadan sürekli başarı bekliyoruz. Ne verdin de ne bekliyorsun? Futbol üzerinden dünya para dönüyor ama sonuç? Sadece takım bazında 24 yıl önce kazanılmış iki avrupa kupası, istikrar yok. Gerisi içeride birbirimizin kafasını gözünü patlatmacadan ibaret.